Sıcak. Vıcık vıcık. Ter. Ayakta körüğün hemen ardında
70’teyim. Eski. “Bugün fuar boş olur. Hangi
kitapları alsam? Venedik’te Ölüm, Ölümle Baş Başa. Nisyan, Bozkırkurdu belki.”
Hava yok. “Ayağını çek be adam. Arkada
yer var mı?” Kafamı çeviriyorum. Mucize. Hemen arkamızda 70. Boş ve yeni.
Az sayıdaki uyanık ile beraber inip arkadakine biniyoruz. Güneş vurmasın,
otobüsün sağ tarafındayım. Amca teyzenin ulaşamayacağı bir köşe. “Bugün şanslı günüm. Hangilerini alsam?”
Arkada, sağda solda dedikodu. Dinlemek istemiyorum. Aklımda başka şeyler var.
Kaçırdıklarıma seviniyorum. Yol uzun.
Montrö. Korna sesleri, fren, uğultu, insanlar. Demir kapının
ardı cennet. Fuar. Birbirine uzanan koca ağaçların gölgesinde uzanan yol. Kuş
sesleri. Ferahlık. Dinleniyorum. Dilime dolandı bir şarkı. Yarım yamalak.
“Hello darkness my old friend, nay nay nay nay naaay, the sound oof silenceeee”
Fuar sandığım gibi. Yeterince boş. Kitapevleri kitaplar insanlar az. Yine bir
fuar alıklaşması. “Ne alacaktım? Dinci yayınlar çoğalmış bu sene de.” Unuttum.
Liste arka cepte. “Kartta yüz lira var mı ki?” Birkaç kitap aldım.
Can yayınları önündeyim. Bakınıyorum. Venedik’te Ölüm
elimde. Almaya geldim. İstemsiz arkasına göz gezdirmeye başlıyorum, sanki orada
o an görmüşüm de merak etmişim. Yarıda kestim. Tezgâhtan şunu şunu bir de şunu
alıyorum deyip ayrılmak istemiyorum. Aslında öyle yapacağım. Başka kitaplara
bakınıyorum. O adam geldi.
-
Hoş geldiniz ben yardımcı olayım.
-
Ölümle Baş Başa’yı göremedim ama.
-
Mm, Ölümle Baş Başa. Şurda olması lazım. Evet
buyrun.
-
Sağ olun.
Yine aynı inceleme teranesi. Evet, arkası hala aynı. “Lan doğrudan söylesene”
-
Nisyan’ı alacaktım bir de.
-
Nisyan? Murat Gülsoy’un yeni kitabı. (Şaşırma)
-
Evet onu. (Şaşırmaya şaşırma)
-
Yalnııız o biraz farklı bir kitap, Murat
Gülsoy’un başka kitaplarını okumuş muydun (muydunuz değil muydun)? Mm Baba,
Oğul ve Kutsal Roman vardı. T. Nisyan’ı
uzatır mısın? Murat Gülsoy. (küçümseme başlangıcı, ses tonu ve hitap şekli
değişir)
-
Yok, okumadım. (adam yüzüme bakıyor açıklama
yapmam lazım - utanma başlangıcı kızarıyorum. Neden?)
-
Yanii daha önce bakmıştım merak ettim.
-
Güzel
kitaplar seçmişsin aslında Ölümle Baş Başa, Venedik’te Ölüm güzel de. Neyse tabi
ben yönlendirme yapmış gibi olmak istemem. Edebi olarak biraz zor diye
söyledim, okuyan arkadaşlar zor diyor.
“Nası yani sen okumadın mı? Hıyara bak. Alacam
.mına koyım.” Öfke. (samimileştik,
artık benim için de “sen”sin, ayrıca küfürleşiyoruz da, onun da “sığıra bak
anlamıycak kesin” dediğine eminim.) Kitabın
arkasına da bakmıyorum bu kez. (Oradan ayrıldıktan sonra bakıyorum,
“alışılmadık bir Gülsoy kitabı bu” yazıyor. “Demek farklı bir kitap, vay
anasını” diye çekiştiriyorum yine.)
-
Ben bu üçünü alayım. (Kararlı, kaba)
-
Tabi. Ben yardımcı olmak için. Fuar bitene dek
buradayız bekleriz yine.
“Gelecem gelecem, iki güne okuyup gelmez miyim ben?”
-
Peki, sağ olun.
(Okuyamadım. Sonra sinirim de geçti. Neden bu kadar büyüttüm
ki? Tamam, biraz burnu havadaydı ama sanki herkes her şey normal de bir o
vardı.)
Ödeme işlemleri. Ve kitaplar. Mutluyum.
Üç hafta sonra nihayet okuma sırası geldi. Ve Nisyan.
Nisyan, “ölüme giden
yol”
Hayatta her anın, her yaşayışın öncesi, sırası ve sonrası,
duygularla ifade edilebilir. Hisler aktarılabilir. Peki ya ölüm? Murat Gülsoy
Nisyan’da sınıra kadar gitmeyi deniyor. Bulanıklaşan zihinden arda kalan
kelimelerle ölüm yolunu betimliyor. Bu yolda hayalle gerçek birbirine
karışıyor. Başlarda kendinde olduğunda geçmiş özlemi duyuyor ve bu durumdan
kurtulma isteği taşıyor.
“Gemi gidiyor. Kendini
kaba dalgaların tatlı iniş-çıkışlarına uydurarak ilerliyor. Dışarısı karanlık.
Kadın uyuyor. Birinin uyanık kalması gerekli. Pencereden bakıyorum, ışıklı
lekeler hızla belirip kayboluyor. Duvarlara tutunarak dolaşıyorum bilmediğim
odalar arasında. Bu kadar büyük bir gemide neden başka kimse yok? Dümeni
bulursam her şey yoluna girecek. Bir zamanlar bu kamaralardan şen kahkahaların
yükseldiğine dair bir inanç var içimde. Küçük bir çocuğun yuvarlana topu, üç
tekerlekli bir bisiklet, çıngırak sesleri, ahşabın üzerinde zarifçe gezinen
çıplak ayaklar. Yolcular bir limanda inmiş olmalılar. Unutuldum. Kaybolmak
istemiyorum bu karanlık denizde.”
Zaman ilerliyor. Kendinde olamıyor, yansımalarla yaşıyor
artık; nesnelerden, düşüncelerden, anılardan yansımalarla. İçini kemirenleri
hissediyor, günbegün eriyor. Kelimelere tutunmaya çalışıyor. Kelimeler dağınık.
Ölüm yaklaşıyor.
“Tahtalar çıtırdıyor.
Adsız böcekler yiyor gövdeyi. Maddenin içinde boşluk çoğalıyor. Tekne ağır ağır
ilerliyor. Ölüler ırmağından geçiyoruz. Rüzgâr çıplak tenimi ürpertiyor. Boşluk
geriliyor koridorlarımda. Kupkuru bir soluk çıkıyor içimden. Vişneçürüğü
berjerde oturana bakamıyorum. Geldin mi? Orada mısın? Soğuk. Nefesim donduruyor
kalbimi. Çok yavaş gidiyoruz. Kollarımdan tutuyorlar. Siz de nereden çıktınız.
Bırakın. Beni almaya geldi ismi ve yüzü olmayan. Gittiğimiz yerde
tamamlanacağız.”
Ölüme giden yol edebi bir hazine. Kitabın arkasında çok
güzel yazıyor; “edebiyatta ölüme giden
yolu, ölüm anını ve ölümün kendisini düşünen karakterler ölümsüzlüğün ta
kendisidir.” İmgeler birbirine geçiyor, her nesne başka bir çağrışımla
başka bir yere götürüyor. Ama yazmak zor. Kelimelere dökmek. Bazen belli
belirsiz kelimeler çıkıyor hisleri anlatan. Son çırpınışlar geliyor.
“Böcekler hızla
yatağımın altına kaçıveriyorlar. Bağırıyorum. Ayaklarımı yere vuruyorum.
Kapının içinden kadın fırlayıp geliyor. Yumrukları sırtıma iniyor. Yeter artık
sus sus sus. Yatakta büzülüyorum. Ama böcek var yatağın altında korkuyorum.
Hışırdayarak geziyor kınkanatlılar kabuklular yumuşakçalar kafadanbacaklılar
yabancılar adsızlar cinsiyetsizler. Çalışıyorlar. Kemikli bir kuşku
yerleştiriyor aklıma. Bedenimi ufak parçalara ayıracaklar. Bir şehir kuruyorlar
karanlıkta.”
Daha çok alıntılardım da burada keseceğim. Ben bu “farklı
kitap”ı beğendim açıkçası. Adama inat da değil. Zaten sinirim de geçti. Ayrıca küfrümü
de geri aldım. (Bu sözünü geri alma olayını çok severim. Tabi çocuğuz. Şimdi de
geçer mi ki? Biri lafı yemiştir. “Geri al la sözünü. Geri al bak fena olacak.” “Tamam
la tamam aldım.” O an rahatlar. Geri sardılar. Söz möz yok.) Seneye yine gel,
geliniz. Söz diğerlerini de okumuş olacağım.
İşte öyle, Nisyan daha önce Murat Gülsoy kitabı
okumamışsanız da güzel bir kitap. Benden önermesi.