C. farklının peşinde. İnsanların hayatla kurdukları basit ve
tatminkâr ilişkiyi anlayamıyor. “Renksiz, sıkıcı.” Alışamıyor bu yaşantıya;
öylece yaşayıp gidemiyor.
“Şimdi kim bilir kaç
evde, kim bilir kaç kadının ‘Aman ayol, bu ne kötü şans böyle’ sözüne karşılık
kim bilir kaç erkek ‘Üzülmeyin; kumarda kaybeden aşkta kazanır’ diyordur. Kim
bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu
kıskanıyordur. Biliyorum sizi. Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. Büyüklerinden
korkarsınız. Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. Sizi bekleyenler vardır.
Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de
sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?”
“‘İş avutur’ derdi babası. O böyle avuntu
istemiyordu. Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek
çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför,
çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini
tekrarlıyordu. Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan,
yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak! Gündüzleri bir okulda dersler
verir, geceleri sessiz, güzel kadınlarla yatardı istese. Çabasız. Ama
biliyordu: Yetinemeyecekti. Başka şeyler gerekti.”
Böyle düşündüğü için mi aylaktı yoksa hayatın akışında
olmayıp aylak olduğu için mi bunları düşüne biliyordu? Hayat çok sıkıcıydı,
kendine küçük eğlencelikler bulurdu; gözlemlediği sıkıcı trafik polisinin
yerinde olsaydı, bir gün tramvaylarla arabaları birbirine karıştırır sonra da
bir güzel gülerdi. Sonra kimsenin görmediği dilencilere takılışları; “Doğrusu
böyle tatlı şakalar olmasa insan bu dünyada nasıl yaşardı?”. Birkaç kere
gittiği restoranda “her zamankinden mi efendim” sorusuyla karşılaşırsa bir daha
gitmezdi. Müşteri olamazdı C.
Hep arayıştaydı; onu arıyordu. “Kadınlar da böyleydi. Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama yalnız
bir teki yoktu”. İnsanlar neden hep beklenen şekilde davranırdı; aradığı
öyle olamazdı. Güler’in peşine B. ile el sıkışıp ayrılmalarını beklerken onu
şaşırtıp öpüşerek ayrıldıkları için takılmıştı. B.’nin peşinden değil de Güler’den
yana gitmesi tesadüftü. Ayşe’nin “o” olabileceğini düşünüyordu. Ama Ayşe de
değildi. Onu öperken o an ikisi arasındaki bu özel anı hissetmeyip perdenin
kapalı olup olmadığını nasıl düşünebiliyordu? Bu toplum korkusu da neydi? Herkes
gibi sıradanlığa razı olacaktı o da. Evlenmek yuva kurmak isteyecekti. Aynıydı
işte. Bunu hissettiği an ondan da kaçma isteği duyuyor. “Sokakta el ele yürüyorlardı. Onun elini avcunda götürmenin eski yürek
çarpıntısı nerdeydi? Deminki sinemanın perdesi ardındaki evlerde yaşayanların
sinema gürültüsüne, Naciye ablanın çocuk şamatasına alıştıkları gibi yoksa iki
insan da birbirlerine alışıyor muydu? Gitgide, yakınlıkları yalnız kolkola
yürümelerinde, aynı yatakta yatmalarında kalmış karı-kocalara mı
benzeyeceklerdi? Dayanamazdı buna.”. C. kimse ile birlikte uyumazdı.
İnsanın uykusundaki salmışlığının iki insan arasındaki büyüyü kaçıracağını
düşünürdü. Bu bakımdan “Nasıl Yapmalı?”daki Vera Pavlona, Kirsanov (umarım
yanlış hatırlamıyorumdur isimleri) ilişkisine benzetmedim değil. “İki kişilik toplum”daki
insan ilişkileri üzerine düşünceleri oldukça ilgi çekici C.’nin.
C. karakteri fazlaca geçmişin izlerini taşıyor. Babasından
nefret ediyor ve onun dediklerinin tersine yöneliyor tüm hayatı. İş adamı ol
diyor babası, o aylak olmayı seçiyor. Hayatı boyunca bıyık bırakmıyor. Ve onda
iz bırakan önemli iki şey “bacak” ve “kulak”. Kadınların bacaklarına bakamıyor,
ne zaman bakacak olsa kulağı kaşınıyor. Babasını teyzesi Zeynep’in bacaklarında
gördüğünde dayanamayıp üzerine atlıyor, babası da kulağını koparıyor. Burada
anladığım kadarıyla önemli nokta C.’nin teyzesi Zeynep’leyken hissettikleri.
Hayatı boyunca bu duyguları arıyor aslında, arzuladığı kadınlarda Zeynep’ten
bir şeyler arıyor. Örneğin Ayşe’nin kucağına yatması, böyle bir duyguyu yeniden
yaşayabilir miyim diye biraz ona benzettiği bir kadını parayla tutması. C.
Zeynep yerine koyabileceği birini arıyor aslında hayatı boyunca. Bir de yine
anlayabildiğim kadarıyla C.’nin Ayşe’nin bacaklarında bu fobiyi
atlatabilmesinin sebebi de onun bacaklarını Zeynep’inkine benzetmesi ve o an
kendini babasının yerinde düşünmesi. C.’ye dair son olarak ben de yaptığı iki
çağrışımla bitiriyorum; birincisi Into the Wild filmindeki Aleksander Sürperberduş
tiplemesine benzetişim. Ailenin karakterler üzerinde etkisi ve bunun sonucunda
başına buyruk yaşayan, kendince “onu” arayan, iki karakter. Biri için “o” Alaska’ya
dönüşüyor, diğeri için ise var olup olmadığı bile tam anlaşılamayan bir kadına.
Ve sonuçta ikisi de istediklerine ulaşamıyor. Bir diğer çağrışım ise bir şarkı;
Genç Osman’nın son albümündeki “Hepsi Aynı” şarkısı ile C.’yi kapatıyorum:
Benim duyduğum hep aynı sözler
Dönüp dolaşan dudaklarda
Farklı olsa da gördüğüm yüzler
Değişmedi hiç kelimeler
Bildiğim hep aynı dertler
Aynı ya da benzer nefretler
Sevindiren hep aynı sözler
Umutla söylenmiş teselliler
Nereden bakarsan bak, Hepsi Aynı
Bir ben miyim şimdi, herkesten ayrı
İstediğin her yerden bak, ben miyim farklı
Ben miyim farklı
Benim bildiğim hep aynı, söylerim
Bunlar neden, bu kavgalar kimin için
Değişemem ben, artık vazgeçemem
Aynı olsak, kendimi neyleyim
Senin derdin, ben sen gibi değilim
Denedin, yine de sevmedin
Hiçbiri yeni değil, hep aynı dertler
Dönüp dolaşan dudaklarda
Sonra dur, dur biraz
Küçük farklar var bizi ayıran
Küçük farklar özel yapan
“Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın” gelmeden önce:
Her zamanki gibi saat altıya gelirken uyandığı bir salı
sabahı, yüzünü yıkayıp giyindikten sonra on iki yıldır ilk kez ortalıkçı kadını
uyandırmadı Zebercet. “Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın” hiç gelmemiş
olsaydı belki de uyandırırdı. O kadın üç gece kalıp gidene kadar hayatı hep
aynıydı. Otelden dışarı yalnızca bazı rutin işlerini halletmek için çıkardı.
Berberine hep aynı periyotla giderdi. Yaşadığı yerin dışına bir tek askerde çıkmıştı.
Ara sıra aklına gelen anılardan büyük bölümü yine bu askerde geçirdiği döneme
dairdi.
Zebercet’te değişim başlıyor; önce umut:
Kadının yeniden geleceğini düşünüyor. O zamana kadar
kesmediği bıyıklarını kesmeye, sonra da kendine yeni elbise almaya gidiyor. Her
zaman gittiği berbere gitmiyor bu kez -C’nin de nefret ettiği gibi müşterisi
olduğu bir yerle bıyığına dair muhabbet etmek zorunda kalacağını hissettiği
için- başka bir berbere gidiyor. O kadının kaldığı odayı artık kimseye
vermiyor, odada hiçbir şeyin yerini değiştirmiyor. Bir yandan Emekli Subay’la
içten içe rekabete giriyor, onun da o kadın için orada kaldığını düşünüyor. İlk
pes eden –Zebercet’e göre- Emekli Subay oluyor ve otelden ayrılıyor. Bir zaman
sonra Zebercet’in de ümitleri tükeniyor.
Umutlar bitince:
Artık eski tatmin etmiyor Zebercet’i, ne cinsel arzularını
giderdiği ortalıkçı kadın kesiyor ne de tüm o rutin işler. Zebercet dağılmaya
başlıyor. Bir gece aniden gelen müşterileri geri çeviriyor “otel dolu”. Sonra
kimseyi almamaya başlıyor, ortalıkçı kadın ve kendisi kalıyor artık otelde.
Ardından sadece kendisi. Bir gece cinsel arzularının giderdiği bir zaman ortalıkçı
kadın “Zeynep”i öldürüyor Zebercet. Tam olarak neden yaptı bilemiyoruz; onunla
tatmin olmama ile onu tatmin edememe ve “kaybetme” duyguları yaptırmış olabilir
Zebercet’e. Bir an yapmak istiyor ve yapıyor, öylece kafasına estiği gibi,
Aylak Adam gibi. Bu andan sonra hayat tamamen bulanıklaşıyor Zebercet için.
Meyhanede içiyor, yan masada duyduğu bir horoz dövüşüne gidiyor. Orada
tanıştığı oğlan çocuğuna yakınlaşmaya çalışıyor. Hayat anlamsızlaşıyor, hep
büyük bir dikkatle doldurduğu kayıt defterleri, ayrıntılardaki özen, hepsi
kayboluyor. Zebercet sürükleniyor ve sonunda kendisini asarak intihar ediyor.
Zebercet hayattan beklentisini kaybediyor, içindeki boşluğu dolduramıyor. O Aylak Adam
gibi değil, kimliğinin içinde bulunduğu kalıbı aşamaz. Kadının ardından
geçmişte yaşadığı hayatının tekdüzeliği ve sınırlı yaşam alanı yetmiyor artık.
C.’nin kalıbı yok, onu bir kalıba sokamıyor kimse. Arıyor, boşlukta hissediyor
kendini ama kendini hiçbir zaman çaresiz hissetmiyor. Aramanın kendisi
çevreleyen sınırları siliyor onun için. Zebercet alışkanlıklarla, aynılıklarla
yoğrulmuş. Zebercet artık sorgulayamaz, artık değişemez, değişirse bunu
kaldıramaz. Ve Zebercet kaldıramıyor.
İnsan peş peşe iki romanı okuyunca fantastik hikâyelerle
birbirine bağlayıveresi de gelmiyor değil. C.’yi Anayurt Oteli’nde düşündüm bir
an. Bence Zebercet’e kafayı takardı, o çünkü diğerlerine benzemiyor. Onunla
konuşurdu tam çözemediği için deli olup iyice ona yaklaşırdı. Belki de onu bu
bunalımdan kurtarırdı bilemiyorum. Deli delinin dilinden… Ya da son dönem
gitseydi de Zebercet onu içeri almasaydı.
- Otel dolu.
-
Ne kadar istiyorsun söyle?
-
Otel dolu dedik.
Zebercet için hayat
flulaşmış parayı mı görecek. C. parayı görüp de çözülmeyen bir karakterle
karşılaşmanın hayretinde yapışırdı Zebercet’in yakasına, o otele girene kadar
peşini bırakmazdı Zebercet’in. Sonra eğlenceye gel. Ne keyifli olurdu değil mi?
Son olarak Yusuf Atılgan’a dair de bir şeyler yazıp
bitiriyorum değerlendirmemi. Öncelikle bu mükemmel eserleri bu kadar geç okumuş
olmanın üzüntüsünü yaşadım bittiklerinde. Kesinlikle okuduğuma memnun
olduğum müthiş eserler Aylak Adam da Anayurt Oteli de. Yusuf Atılgan’ın dili,
romanların kurgusu, küçük ayrıntılardaki incelikler, hepsi, hepsi çok iyiydi. İki pasajla noktalıyorum değerlendirmemi:
“Karşıki evin
yapraklar arasından görünen pencerelerinden birine bakmak istedikçe göz
kapakları düşü düşüveriyordu. Sağ elinde bir kaşıntı duydu. Bakınca, elin
üstündeki ufacık yara kabuğunun kıyısında bir sinek gördü. Dış kapıdan onunla
birlikte girmiş olacaktı. Arka ayaklarıyla kanatlarını kaşıyordu. Elini
sallayıp kovdu.”
“Patlayan bir tabanca
sesiyle birlik fon müziği durdu. Perdeyi saran sessizlikte neredeyse gözlerini
açacaktı. Yönetmenin gene ne haltlar karıştırdığını merak ediyordu. Açmadı. Işıklar
yanıncaya dek, demişti. Bu kararı ancak Ayşe’nin omzunda bir kıpırtıyla ona
söyleyeceği bir söz bozabilirdi. Gözlerini açmanın dayanılmaz isteğiyle bu sözü
bekledi. Ona değen kendi kolunda en ufak bir yer değişikliğinin bile olmamasına
çalışıyordu. Önemli olan bunun öteden gelmesiydi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder