28 Mayıs 2013 Salı

Nisyan’a Giden Yol ya da Nisyan, “Ölüme Giden Yol”

Nisyan’a giden yol

Sıcak. Vıcık vıcık. Ter. Ayakta körüğün hemen ardında 70’teyim. Eski. “Bugün fuar boş olur. Hangi kitapları alsam? Venedik’te Ölüm, Ölümle Baş Başa. Nisyan, Bozkırkurdu belki.” Hava yok. “Ayağını çek be adam. Arkada yer var mı?” Kafamı çeviriyorum. Mucize. Hemen arkamızda 70. Boş ve yeni. Az sayıdaki uyanık ile beraber inip arkadakine biniyoruz. Güneş vurmasın, otobüsün sağ tarafındayım. Amca teyzenin ulaşamayacağı bir köşe. “Bugün şanslı günüm. Hangilerini alsam?” Arkada, sağda solda dedikodu. Dinlemek istemiyorum. Aklımda başka şeyler var. Kaçırdıklarıma seviniyorum. Yol uzun.

Montrö. Korna sesleri, fren, uğultu, insanlar. Demir kapının ardı cennet. Fuar. Birbirine uzanan koca ağaçların gölgesinde uzanan yol. Kuş sesleri. Ferahlık. Dinleniyorum. Dilime dolandı bir şarkı. Yarım yamalak. “Hello darkness my old friend, nay nay nay nay naaay, the sound oof silenceeee” Fuar sandığım gibi. Yeterince boş. Kitapevleri kitaplar insanlar az. Yine bir fuar alıklaşması. “Ne alacaktım? Dinci yayınlar çoğalmış bu sene de.” Unuttum. Liste arka cepte. “Kartta yüz lira var mı ki?” Birkaç kitap aldım.

Can yayınları önündeyim. Bakınıyorum. Venedik’te Ölüm elimde. Almaya geldim. İstemsiz arkasına göz gezdirmeye başlıyorum, sanki orada o an görmüşüm de merak etmişim. Yarıda kestim. Tezgâhtan şunu şunu bir de şunu alıyorum deyip ayrılmak istemiyorum. Aslında öyle yapacağım. Başka kitaplara bakınıyorum. O adam geldi.

-          Hoş geldiniz ben yardımcı olayım.
-          Ölümle Baş Başa’yı göremedim ama.
-          Mm, Ölümle Baş Başa. Şurda olması lazım. Evet buyrun.
-          Sağ olun.

Yine aynı inceleme teranesi. Evet, arkası hala aynı. “Lan doğrudan söylesene”
-          Nisyan’ı alacaktım bir de.   
-          Nisyan? Murat Gülsoy’un yeni kitabı. (Şaşırma)
-          Evet onu. (Şaşırmaya şaşırma)
-          Yalnııız o biraz farklı bir kitap, Murat Gülsoy’un başka kitaplarını okumuş muydun (muydunuz değil muydun)? Mm Baba, Oğul ve Kutsal Roman vardı.  T. Nisyan’ı uzatır mısın? Murat Gülsoy. (küçümseme başlangıcı, ses tonu ve hitap şekli değişir)
-          Yok, okumadım. (adam yüzüme bakıyor açıklama yapmam lazım - utanma başlangıcı kızarıyorum. Neden?)
-          Yanii daha önce bakmıştım merak ettim.
-           Güzel kitaplar seçmişsin aslında Ölümle Baş Başa, Venedik’te Ölüm güzel de. Neyse tabi ben yönlendirme yapmış gibi olmak istemem. Edebi olarak biraz zor diye söyledim, okuyan arkadaşlar zor diyor.

 “Nası yani sen okumadın mı? Hıyara bak. Alacam .mına koyım.” Öfke.  (samimileştik, artık benim için de “sen”sin, ayrıca küfürleşiyoruz da, onun da “sığıra bak anlamıycak kesin” dediğine eminim.) Kitabın arkasına da bakmıyorum bu kez. (Oradan ayrıldıktan sonra bakıyorum, “alışılmadık bir Gülsoy kitabı bu” yazıyor. “Demek farklı bir kitap, vay anasını” diye çekiştiriyorum yine.)

-          Ben bu üçünü alayım. (Kararlı, kaba)
-          Tabi. Ben yardımcı olmak için. Fuar bitene dek buradayız bekleriz yine.
“Gelecem gelecem, iki güne okuyup gelmez miyim ben?”
-          Peki, sağ olun.

(Okuyamadım. Sonra sinirim de geçti. Neden bu kadar büyüttüm ki? Tamam, biraz burnu havadaydı ama sanki herkes her şey normal de bir o vardı.) 

Ödeme işlemleri. Ve kitaplar. Mutluyum.
Üç hafta sonra nihayet okuma sırası geldi. Ve Nisyan.

Nisyan, “ölüme giden yol”

Hayatta her anın, her yaşayışın öncesi, sırası ve sonrası, duygularla ifade edilebilir. Hisler aktarılabilir. Peki ya ölüm? Murat Gülsoy Nisyan’da sınıra kadar gitmeyi deniyor. Bulanıklaşan zihinden arda kalan kelimelerle ölüm yolunu betimliyor. Bu yolda hayalle gerçek birbirine karışıyor. Başlarda kendinde olduğunda geçmiş özlemi duyuyor ve bu durumdan kurtulma isteği taşıyor.

“Gemi gidiyor. Kendini kaba dalgaların tatlı iniş-çıkışlarına uydurarak ilerliyor. Dışarısı karanlık. Kadın uyuyor. Birinin uyanık kalması gerekli. Pencereden bakıyorum, ışıklı lekeler hızla belirip kayboluyor. Duvarlara tutunarak dolaşıyorum bilmediğim odalar arasında. Bu kadar büyük bir gemide neden başka kimse yok? Dümeni bulursam her şey yoluna girecek. Bir zamanlar bu kamaralardan şen kahkahaların yükseldiğine dair bir inanç var içimde. Küçük bir çocuğun yuvarlana topu, üç tekerlekli bir bisiklet, çıngırak sesleri, ahşabın üzerinde zarifçe gezinen çıplak ayaklar. Yolcular bir limanda inmiş olmalılar. Unutuldum. Kaybolmak istemiyorum bu karanlık denizde.”

Zaman ilerliyor. Kendinde olamıyor, yansımalarla yaşıyor artık; nesnelerden, düşüncelerden, anılardan yansımalarla. İçini kemirenleri hissediyor, günbegün eriyor. Kelimelere tutunmaya çalışıyor. Kelimeler dağınık. Ölüm yaklaşıyor.

“Tahtalar çıtırdıyor. Adsız böcekler yiyor gövdeyi. Maddenin içinde boşluk çoğalıyor. Tekne ağır ağır ilerliyor. Ölüler ırmağından geçiyoruz. Rüzgâr çıplak tenimi ürpertiyor. Boşluk geriliyor koridorlarımda. Kupkuru bir soluk çıkıyor içimden. Vişneçürüğü berjerde oturana bakamıyorum. Geldin mi? Orada mısın? Soğuk. Nefesim donduruyor kalbimi. Çok yavaş gidiyoruz. Kollarımdan tutuyorlar. Siz de nereden çıktınız. Bırakın. Beni almaya geldi ismi ve yüzü olmayan. Gittiğimiz yerde tamamlanacağız.”

Ölüme giden yol edebi bir hazine. Kitabın arkasında çok güzel yazıyor; “edebiyatta ölüme giden yolu, ölüm anını ve ölümün kendisini düşünen karakterler ölümsüzlüğün ta kendisidir.” İmgeler birbirine geçiyor, her nesne başka bir çağrışımla başka bir yere götürüyor. Ama yazmak zor. Kelimelere dökmek. Bazen belli belirsiz kelimeler çıkıyor hisleri anlatan. Son çırpınışlar geliyor.

“Böcekler hızla yatağımın altına kaçıveriyorlar. Bağırıyorum. Ayaklarımı yere vuruyorum. Kapının içinden kadın fırlayıp geliyor. Yumrukları sırtıma iniyor. Yeter artık sus sus sus. Yatakta büzülüyorum. Ama böcek var yatağın altında korkuyorum. Hışırdayarak geziyor kınkanatlılar kabuklular yumuşakçalar kafadanbacaklılar yabancılar adsızlar cinsiyetsizler. Çalışıyorlar. Kemikli bir kuşku yerleştiriyor aklıma. Bedenimi ufak parçalara ayıracaklar. Bir şehir kuruyorlar karanlıkta.”

Daha çok alıntılardım da burada keseceğim. Ben bu “farklı kitap”ı beğendim açıkçası. Adama inat da değil. Zaten sinirim de geçti. Ayrıca küfrümü de geri aldım. (Bu sözünü geri alma olayını çok severim. Tabi çocuğuz. Şimdi de geçer mi ki? Biri lafı yemiştir. “Geri al la sözünü. Geri al bak fena olacak.” “Tamam la tamam aldım.” O an rahatlar. Geri sardılar. Söz möz yok.) Seneye yine gel, geliniz. Söz diğerlerini de okumuş olacağım.

İşte öyle, Nisyan daha önce Murat Gülsoy kitabı okumamışsanız da güzel bir kitap. Benden önermesi.   

    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder