Tür: Roman
Çeviri: Ayşe Hacıhasanoğlu
Sayfa Sayısı: 160
Bilim kurgu türündeki yapıtlarda genellikle
gerçeklikle bağ kurma, ona dair çıkarımlar oluşturma gayesi öncelikler arasında değildir. Olmalı mıdır olmamalı mıdır orası ayrı bir tartışma konusu, ancak bilim kurgu türünde yazan kişi eğer gerçek bir bilim adamıysa ve kendisi diyalektik materyalist dünya görüşüne sahipse, bizi götürdüğü gerçek üstü dünyasının bilimsel öğelerle bezenmesi ve bu dünyanın gerçek hayata ilişkin uçlar vermesi kaçınılmaz oluyor.
gerçeklikle bağ kurma, ona dair çıkarımlar oluşturma gayesi öncelikler arasında değildir. Olmalı mıdır olmamalı mıdır orası ayrı bir tartışma konusu, ancak bilim kurgu türünde yazan kişi eğer gerçek bir bilim adamıysa ve kendisi diyalektik materyalist dünya görüşüne sahipse, bizi götürdüğü gerçek üstü dünyasının bilimsel öğelerle bezenmesi ve bu dünyanın gerçek hayata ilişkin uçlar vermesi kaçınılmaz oluyor.
Bogdanov’un romanı Mühendis Menni marstaki yaşamı oraya
giden bir dünyalının, Leonid’in gözünden anlatıyor. Aslında anlatılan hikâye
biraz farklılaşmış bir dünya tarihi hikâyesi. Kızılyıldız’ın devamı olan bu
kitap konusu itibariyle oldukça ilgi çekici. Kızılyıldız’ı okuyalı epey zaman
olmuştu, hikâyeyi az buçuk hatırlamakla birlikte, konusu (marsta sosyalist düzenin
ilerleyişi), yazıldığı tarih ve bu tarihe rağmen içerdiği bilimsel öngörüleri
beni oldukça şaşırtmıştı. Devamı olan bu kitabı da büyük bir merak içinde aldım
ve okumaya başladım. Gerçi Bogdanov’un kendisi bir merak sebebi. Önemli Rus
devrimcilerinden biri olan Bogdanov, dönemin ünlü bilim adamlarından da bir
tanesi. Dünyada bir ilk olan Kan Nakli Enstitüsü’nün başkanlığını yapan
Bogdanov, 1928 yılında kendi üzerinde yaptığı başarısız bir deney sonucu
hayatını kaybediyor.
Tekrar kitaba gelirsek, dört bölümden oluşan kitapta
açıkçası ilk iki bölümde beklediğim “ilgi çekiciliği” bulamadım. Ne edebi, ne
de konu anlamında. Ne zaman ki bizim iki mühendis Menni ve Netti konuşmaya, derin
mevzulara girmeye başladı, o vakit roman şenlendi. Bilim kurgu anlamında,
Kızılyıldız’ın devamı olan bu kitabın ilkine nazaran daha sınırlı olduğunu
söylemeliyim. Bunun dışında bu romanın ilgi çekici kısmı son elli altmış
sayfasındaki “felsefe notlarında”. Bu arada romanın gizemli bir şekilde ortaya
çıkan önemli bir olayı olmadığı için Netti’nin Menni’nin oğlu olduğunu
söylememde bir sakınca yok. İşte felsefe notları baba oğul konuşması gibi
değil, iki bilim adamı arasındaki ölçülü ve saygılı konuşmayla başlıyor ve
Menni’nin iç dünyasıyla hesaplaşmasıyla devam ediyor. Bu baba oğul meselesini
söylememdeki kasıt “kimin babasıyla böyle oturup da konuşmuşluğu vardır”
sorusunun okurken aklımdan ara ara geçmesiydi. Ancak marsta olur böyle şeyler
dedim içimden. Marsta geçmesi değil ama bu durum bilim kurgu anlamında bir adım
ileri götürdü kitabı gözümde. Neyse, şimdi bu diyaloglara göz atalım bir
miktar:
Netti nasıl bir toplumsal düzenin peşinde olduklarını,
örgütlü bir toplamı nasıl kurguladığını anlatıyor:
N: “…Tarihsel görev,
insan kişiliğini, etken ve kendine tam anlamıyla güvenli bir varlığı
yaratmaktı, insan kişiliğini feodal dönemin insan sürüsünden ayırmaktı. Bu
yapıldı ve işçi sınıfı içinde artık başka bir görev gerçekleşiyor. Söz konusu
olan bu atomları bir araya toplamak, onları en üst düzeyde bir bağla bağlamak,
bu atomları kendiliğinden ortaya çıkmış çelişkili iş birliğini uyumlu ve düzgün
bir hale getirmek, onları tek akıllı insanlık organizması içinde
kaynaştırmaktır…”
Birkaç diyalog sonra:
M: “…Siz de insanları
hücreye benzer varlıklara dönüştürmek istiyorsunuz galiba?”
N: “Hayır, biz bunu
istemiyoruz. Organizmanın hücreleri, ait oldukları bütünün bilincinde değildir;
bu nedenle çağdaş insan tipi onlara daha çok benzer. Biz insanın yüce emek
bütününün bir elementi olarak kendisinin tam bilincine varmasını istiyoruz.”
Diyalektiğe ilişkin notlar; diyalektiğin temel ilkelerinden
olan çelişkiye özgürlük kavramı üzerinden ulaşıyor Netti:
M: “Yani despotizm,
zulüm, zorbalık olmasaydı, bunları ortadan kaldırmak için ortak çabalar
olmayacağı için özgürlük düşüncesi de olmayacak mıydı?”
N: “Kesinlikle öyle.
Özgürlük düşüncesinin canlı bir anlamı olmasaydı nasıl düşünce olabilirdi ki?”
“İnsanların yaşamı ve
gelişimi hiçbir baskı ve boyunduruk altında kalmadığında özgürlük düşüncesi de
ömrünü tamamlamış olacaktır. Düşünceler doğar, yaşamak için savaşır ve ölürler.
Genellikle biri diğerini öldürür, özgürlüğün otoriteyi, bilimsel düşüncenin
dinsel düşünceyi, yeni bir kuramın eskisini öldürmesi gibi.”
Bir kısmını paylaştığım bu diyalogları okumak gerçekten
keyifliydi; katıldığım ve katılmadığım yönleriyle.
Menni tüm bu diyaloglar sonucu yeni toplumsal düzene ikna
oluyor, ya da ikna olmasa bile ilerlemeyi bir şekilde kabulleniyor ve vampir
efsanesindeki gibi gerici bir konuma düşmeden aradan çekiliyor.
Romanın en çok üzerine konuşmaya değer kısmı ise bu vampir
efsanesinin geçtiği bölümdü bence. Bu bölümde sınıfsal yönelimlerin farklı
konjonktürlerde nasıl değişebildiğini bu efsane üzerinden oldukça güzel betimlemiş
Bogdanov. Açıkçası romanın zaten sınırlı olan tadını kaçırmaya niyetim yok o
yüzden daha fazla açmayacağım bu vampir efsanesini. Kızılyıldız’ın akılda kalan
olumlu izlenimleriyle merak içerisinde aldığım bu romandan, parça parça
beğendiğim kısımlar olsa da bütüne baktığımda benzer bir tat alamadığımı
söylemeliyim. Eğer siz de Kızılyıldız’dan sonra bu kitabı merak
edenlerdenseniz, büyük beklentilerle başlamanızı tavsiye etmem. Benden
söylemesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder