Tür: Roman
Çevirmen: Nihal Yalaza Taluy
Sayfa Sayısı: 140
Yeraltına inmeyeli ne kadar zaman oldu? Hiç inmeyeniniz var
mı? Orada yaşayanları ise geçiyorum; zira kendilerinin hayatla bağları yoktur,
siliktirler; kimse görmez onları ve görmeye de değmez, kale alınmazlar ve kale
alınmak da istemezler. Aslında isterler hatta kendi dünyalarının kahramanları
da onlardır ancak kale alınacakları zaman bile kendiliğinden kaçarlar yine
kendi dünyalarına; “yeraltına”.
İşte “Yeraltından Notlar” da aşağı yukarı böyle bir karakter
ile karşılaşıyoruz. Kendisiyle doruk noktalarda hesaplaşan bir adam; toplumla
temasında her attığı adımı sorgulayan, ölesiye pişman olan (hemen hemen her
zaman) ya da bir davranışından hoşnut olan (pek nadir olsa da). Öyle ki bir
dönem hayattaki tek gayesi, sokakta her sabah karşılaştığı ve yan yana
geçerlerken çarpışmamak için her seferinde kendisinin omzunu kaçırmak durumunda
kaldığı beyefendiyi alt etmektir. Yaklaşık bir ay boyunca ertesi gün yaşayacağı
sahneyi zihninde yaşar; omzunu çekmeyecek bu kez onu alt edecektir. Fakat her
seferinde kaybeden o olur. Adam ve sokaktaki hiç kimse onun farkında değildir.
İnsanlarla hesaplaşmaları böyledir; biriyle bakışırken gözlerini ilk kaçırmamak
onun için en önemli mücadeledir kimi zaman; bunun için aylarca uyku uyuyamaz
mesela.
Bir yandan diğer insanları ve hayatlarını küçümser diğer
yandan ise onları delicesine kıskanır ve kendi küçüklüğünü düşünür. Onları küçümser: “Bütün samimi insanlar ve
işinde gücünde olanlar ahmak, dar kafalı oldukları için faal kimselerdir. Nasıl
açıklamalı? Bakın şöyle: Bu çeşit insanlar, akılları kıt olduğu için herhangi
bir konuda ana sebepleri araştırmadan hemen el altındaki ikinci derece
sebeplere bağlanıverir ve doğru hareket ettiklerinden emin oldukları için de
rahatlarlar; en önemlisi de budur zaten.” Kendisi ise bir aydındır. Bu toplama
katlanamaz, onun için fare görünümündedirler. Diğer taraftan sürekli kaybeden,
devamlı ezilen ise kendisidir. Her karşılaşmalarından sonra huzurlu olduğu yere
döner; “yeraltına”. Yeni bir mücadele kurgular dünyasında, üstünlüğünü
gösterme, ezikliğini bertaraf etme hayalleri kurar. Fakat hep yenilen odur ve
asıl önemlisi yenileceğini de bilir bir yandan. Ancak yeraltındaki yaşamı
sadece dış dünyaya kendini ispat etme üzerine kurulu değildir, yani sadece bir
kaçış yeri değildir yeraltı. Zihninde kurduğu bir dünyayla aylarca orada
yaşayabilir, âşık olur ve aşkını yaşar o dünyada. Fakat sosyalleşme ihtiyacı da
hisseder ve bunun farkındadır da. İnsanın çevresine, dostlarına ve hatta
kendisine bile söyleyemeyeceği şeyler vardır der. İnsan asıl kendisine yalan
söyler, gerçekleri değiştirerek inanır ve kabullenir. İşte o kendini kandırmayı
da beceremez. Dener fakat bir yandan beceremeyeceğini bilir.
Anlayacağınız işler biraz karışık, ama adam yeraltında
yaşıyor ya ne olacaktı! Fakat tüm bu karmakarışıklık yığınında kahramanımız
kendi felsefesini oluşturmayı da becermiştir: “Nihayet şuna geliyoruz baylar:
En iyisi hiçbir şey yapmamak! Bilinçli tembellik hepsinden iyi! Onun için
yaşasın yeraltı!”
Şimdi gelelim baştaki iki soruya ve aslında yeraltına dair
notlara. Yukarıda bir alıntıya yer vermiştim; kahramanımızın faal insanların
ahmaklığına dair yaptığı değerlendirmeden bahsediyorum. Yeraltı bir sosyal
hayat sıfır. Adam haklı. Benim de böyle düşündüğüm çokça olmuştur. Düşünemeden
o şekilde ilerlediğim de çokça olmuştur! Kahramanımız sözlerini en sonunda
felsefesine bağlıyor ve dolayısıyla değerlendirmelerini daha ileriye götürüyor;
örneğin insan yol açıp ilerlemeye bayılır dolayısıyla o insan için gittiği
yolun ne olduğunun bir önemi yoktur ya da insan bir gayeye ulaşma çabasını
sever, gayeye ulaşmayı ise gerçekte istemez, o uğraş onu mutlu eder der. O
kadar da ciddiye alacak halimiz yok. Adam deli. Ya da işte “bilinçli” deli.
Fakat faal insanların koşuşturmasındaki şuursuzluğa ben de
işaret etmeden geçemeyeceğim. Öyle ya faal insanların faaliyetleri çoğu zaman
bir “koşuşturma” diye tariflenir ve bu koşuşturma arasında öylece yaşar ve
gider insanlar; sorular ortadan kalkar, kendince açtığı yoldan ilerler ve zaman
içerisinde duramaz, düşünemez hale gelir. Düşünür elbet, yalnız kendi hayatının
akışı içinde ve ona yönelik. Bazen bu koşuşturmada adımları biraz yavaşlatmak
ve soluk almak gereklidir bana göre. Yani biraz yeraltı iyidir!
Katıldığım bir diğer nokta ise görünenin ardına bakma
ihtiyacı duymayan, görünenin doğruluğundan şüphe duymayarak mutlu mesut o yolda
ilerleyenlere ilişkin. Birçok alana dair çağrışımlar yapan bir değerlendirme,
ayrıntılı girmeyeceğim ancak ben de insanların “şeyleri” neden merak
etmediklerini hep merak etmişimdir. Görünen -ya da görmek istedikleri daha
doğru olacak- gerçekten onları tatmin etmekte ve sorgulamaya gerek duymamakta
mıdırlar? Yoksa uzun zamandır gelen alışkanlıklar ve kabullenmeler sonucu
“kapalı kutularının” açılmasından mı korkmaktadırlar? Çoğunlukla ikincisi
olduğunu sanıyorum ve aslında öyle olmasını umuyorum, zira ilk seçeneğe giren
yığınla insan olduğunu düşünmek istemiyorum. İnsan aklına duyduğum saygıdan
ötürü. Yeraltı iki sosyal hayat sıfır. Yeraltı sorgulatır. Kaçamazsın, yapacak
bir şeyin yok çünkü yaşayıp gidemezsin öylece, mecbur düşüneceksin. O yüzden
yeraltı yine iyidir!
Ve geldik sonuç yerine, hemen söyleyeyim “yeraltından
notlar” okuduğuma memnun olduğum kitaplardan. Her şeyden öte okurken yaptığı
çağrışımlar bile okunması için yeterli, bir de üzerine kendi düşüncelerinizi
ekler bizim vatandaşla benim gibi tartışmaya girerseniz tadından yenmez.
Yeraltına girme konusunda ise ciddiydim ve attığı iki golü belirterek de
ciddiyetimi gösterdim sanıyorum. Yalnız fazla kalayım da demeyin! Belki hep
gece yarıları uğraştığımdan, tam bilemiyorum, nedense uzun bir okumanın
ardından gelen yazma sürecini bitirirken zırvalama ihtiyacı hissediyorum her
seferinde. “Bilinçli” zırvalama. Peki, bitti…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder